İngilizce'de "vicdan" kelimesinin karşılığı olup olmayacağı yönünde bir düşünceye girişmiştik arkadaşımla. Çevirinin imkansızlığına inanan biri olarak başta söylemeliyim, farklı coğrafyalarda yaşayan (yaşamış) ve farklı tarihsel süreçlerden geçmiş iki ayrı toplumun gördükleri nesneleri birbirlerine hatırlatmak için kullandıkları kelimelerin, bu kelimeler aynı kökten türemiş olsa bile, birbirini asla karşılamayacağını düşünüyorum. Elbette bu somut varlıklar üzerinden tartışabileceğim bir söylem. Mesele soyut şeylere; düşüncelere ve duygulara gelince bunu tartışmam bile. Her neyse.
"Conscience" aklımıza ilk gelen kelimeydi. Köken olarak "con" ve "science" kelimelerine dayanıyor. "Con", toplumsal bir işlevi belirten Latince kökenli bir ek. "Science", bilim demek. Latince'de "bilgi" demek olan "scientia" kelimesine dayanıyor. Yani, "conscience", "kolektif farkındalık" demek. Kelime'nin ilk olarak (Latince haliyle) Cicero'nun tarih kayıtlarında bulunmuş olması, ve Cicero'nun idealist çağın resmî tarihçisi olarak bilinmesi, bu kelimenin idealist düşünürler tarafından ortaya atıldığını düşünmeye itiyor beni. Ya da kelime bu şekilde kullanılmaya o zaman başlanmış olabilir. Şöyle ki,
Kolektif bir farkındalık zaten varolan bir şeydir. Toplumsal bilinç oluşmaya başladığı anda, yani bireyler bir araya gelip bir toplum oluşturmaya ve bir toplum olarak olgu ve olayları değerlendirmeye başladıkları anda toplumsal doğrular ve toplumsal yanlışlar ortaya çıkacaktır. Toplumsal doğrular ve yanlışlar, kabul görme süreçleri içerisinde toplumsal ahlakın oluşmasını tetikleyeceklerdir. Toplumsal ahlak kökleştikçe kabullenme kesinleşecektir. (Burada kabullenmeyi sorgulamanın zıttı olarak alıyorum.) Bunun neticesinde toplumsal kabulleniş, toplumsal farkındalığa evrilecektir.
Durumu somut ifade edeyim. İskandinavya'da yaşayan ufak bir Sami topluluğu düşünelim. Bunların Pagan olduklarını varsayalım. Misyonerler aralarına sızmaya başladıkça içlerinde Hıristiyanlığı seçen bireyler ortaya çıkıyor. Hıristiyanlığın tek-tanrıcı öğretisi toplum tarafından anlaşılamadığından İsa'yı da kendi tanrılarından biri olarak görüp ona inananları bir mezhep olarak değerlendiriyor ve durumu tehlikesiz buluyorlar. Zamanla belirginleşmeye ve ayrışmaya başlayan Hıristiyanlık bu toplumu ikiye bölüyor. Paganlar ve Hıristiyanlar. Derken Kara Veba yılları başlıyor ve halk büyük bir kayba uğruyor. Pagan toplum, tek-tanrıcı inancın doğayı kızdırdığına ve doğanın onlara bir ders verdiğine inanırken Hıristiyan toplum Paganizm'in kendi tanrılarını kızdırdığına inanacak. Tek bir örnek üzerinden gittiğimden paganları ele alıyorum. Artık onlar için Paganizm toplumsal doğru iken Hıristiyanlık toplumsal yanlış haline geldi. Mesele bir adım ileri gittiğinde, Hıristiyan olmak bir ahlaksızlık, Pagan kalmak ise ahlaklı olmak şeklinde evrilecek. Aynı şeyin tersi de Hıristiyan toplum için geçerli ama bunu bir kenara koyalım. Elimizde Pagan Samilerin bir ahlak öğretisi var. Zaman geçiyor, belki Kara Veba asrı bitiyor, o dönemi yaşayan kimse kalmamış ancak insanlar için Hıristiyan olmak halen ahlaksızlık. Bu da toplumsal bir kabulleniş oldu. Ve birisi kalkıp "ben artık Hıristiyan'ım" dediğinde diğerleri ona "başımıza bela açacaksın!" diyecekler. İşte kolektif farkındalık. Bir sanrı.
Bu akla yatkın bir fikir geliyor ama idealist filozofların farkındalıktan kasıtları bu değil. Onlara göre evrensel bir öz var. Bir idea. Zamanla bunun adı YHVH, İsa ve Allah gibi değişimler geçirecek kabullenilen toplumlarda, her neyse. İnsanlar bu özden birer parça taşıyorlar. Bu öz, her şeyi bilen bir öz ve dolayısıyla bu öze sahip olan insan da aslında her şeyi biliyor. Bu yüzden öğrenmek, varolan bilginin açığa çıkarılmasından başka şey değil. Dolayısıyla kolektif farkındalık, tüm bir toplumun doğuştan sahip olduğu bir şey. Herkes iyinin ve kötünün ne olduğunu biliyor, bunun farkında. İşte idealist yapısıyla "conscience" tam olarak bunu karşılıyor.
Yanlışlamak için farklı coğrafyalardaki farklı toplumların sahip oldukları iyi ve kötü yargıları arasındaki değişkenlere bakmanız yeterli olacaktır.
Şimdi "vicdan"a geliyorum. Arapça. "wejede" kökünden geliyor. Vecd yani; bulmak. Vicdan ise yine çoğullaşıyor; bulurlar. Birkaç örnekle pekiştireyim. Mevcut kelimesi wejede kökünden türüyor. Bulunan demek. Vücut da wejede'den türüyor. Hiçbir şey olmasa da elimizde bulunan şey bu neticede. Hemen hemen "conscience" ile aynı anlamı ifade eden bir kelime vicdan. Fakat şu farkla ki, ortaya çıkış anlamı doğrudan idealist. Ve tarihin hiçbir döneminde materyalist bir bağlama çekilemedi.
İşin ilginç yanı şu ki vicdan kelimesi Kuran'da geçmiyor. Hayır, vicdan anlamına gelecek çok sayıda şey kullanılmış. Örneğin "nefsillevvameti" geçiyor, rahatsızlık duyan içsellik demek. Kafirlerin kalplerinin mühürlenmesinden bahsediliyor, hatta tüm parçaya ulaşan ruhtan bile. Ama vicdan kelimesi bir kez olsun kullanılmış değil. Aklıma gelen tek ihtimal, diğer dönem metinlerinde de böyle bir kelimenin geçmiyor oluşundan hareketle, böyle bir kelimenin Kuran kaleme alındığı sırada Arapça'da bulunmadığı yönünde.
Peki vicdan kelimesi ne zaman Arapça'ya giriyor? Tam olarak bilme imkanım yok, fakat bu kelimenin yapısını oluşturan ilk kişi Gazali. Yani Sokrates'i kafir ilan edebilecek kadar okumuş şu İslam düşünürü. Yani, Muhammet'in yarım yamalak başlattığı idealizmi, tüm lugatıyla beraber İslam'a sokmuş olan idealist. "Vicdan"ı Gazali'den alıp geliştiren iki kişi var. Birisi Muhammet bin Zekeriya el-Razi. Diğeri ise İbn-i Sina. (Bu noktada el-Razi'nin bir deist olduğunu, hatta din fikrine doğrudan karşı çıktığını, "Peygamber Olduğunu İddia Eden Adamların Kurnazlıkları", "Vahiyci Dinlerin Reddi Üzerine", "Peygamberlerin Sahtekarca Oyunları" gibi kitaplar kaleme aldığını, Kuran'daki "hadi toplaşın da bunun gibi bir kitap yazın" ifadesi için "bunun gibi binlercesi yazılabilir" dediğini; İbn-i Sina'nın da bizzat Gazali tarafından "dinden çıkmış" ilan edildiğini; ancak her ikisinin de antik-Yunan idealist düşünürlerinin felsefelerinden etkilendiklerini hatırlatayım.) İslam'ın Altın Çağı denilen dönemde başka hiçbir Ortadoğu düşünürü vicdan üzerine farklı şeyler söylememiş.
Bu noktadan sonra, bir materyalist olarak "vicdan" denilen mevhumu da söküp atmam gerektiğine karar verdim. Evrensel ya da ruhsal değil de, toplumsal farkındalık anlamındaki vicdanı ise bir birey olarak kabullenmiyorum. Kendi doğru ve yanlışlarımı kendim var edebilecek kadar özgürsem, ya da bu özgürlüğe mahkum edilmişsem, artık vicdanın bok yeme süreci başlamış demektir. Kafamı kurcalayan ise, ben bu kadar özgür müyüm? Ya da sınırları ne kadar açabilirim. Artık bu konu üzerine eğilmenin vakti geldi de geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder